27 Ekim 2011 Perşembe

BAKKALDAN SÜPER MARKETE

80’lerin sonlarına doğru ya da 90’ların başında doğanlarımız hatırlayacaktır o günleri. Herkes karşı çıkmıştı, çevremizde mantar gibi türeyen süper marketlere… Çok “Avrupai” idi, hiç “bize” göre değil idi. Önce birkaçımız cesaret edebildik, süper marketlerin poşetleri elimizde evlerimize yürümeye. Sonra arkası geldi… Bakkallar yok olmadı… Sadece sabahları anımsar olduk onları, eğer ekmeği akşam eve gelirken süper marketten almadıysak…

Süper marketlere karşı sergilediğimiz bu duruş, aslında, bizim ne kadar geleneklerine bağlı bir toplum olduğumuzun göstergesiydi, demek isterdim. Ancak bu durum bizim, “yeniliklere” önyargılı bir toplum olduğumuzun kanıtıydı, o kadar… Bizim için alışveriş, tıpkı sözlük karşılığında olduğu gibi, mal alıp karşılığında para vermekten ibaretti, bir süre öncesine kadar. Hiçbirimiz, paranın karşılığının maldan daha ötesi olduğu ayrımına varamadı, uzunca bir süre. Bilumum kozmetik malzemesinin, tablet çikolatanın ve birtakım “tekel” ürünlerinin halen avrupada-yaşayan-akrabalar aracılığı ile elde edilebildiği günlerde, sırf satıcı sizden insani bir gülümsemeyi eksik etti diye gerekesinimlerinizi başka yerlerden arama lüksünüz yoktu. Arasanızda, bulabilir miydiniz? Sanmıyorum… Hal böyle olunca, herkes körükörüne bağlanmıştı “mal-hizmet-sağlayıcıları”na… Daha fazlasını beklemek zinhar günahtı(!)

Sonra, birkaç “Avrupa görmüş” çıktı ve “bu iş böyle olmaz” dedi…

Aşinayız, “küreselleşme”ye, “çetin rekabet koşulları”na, değişen “tüketici kalıpları”na… Hepimizin bir fikri, illa ki var bu konular üzerine. Ancak konuyu daha anlaşılır kılmak adına, bazı şeylere açıklık getirmek gerekiyor sanırım. Bizim kuşağımız, kasetten CD’ye geçişin canlı tanıkları yani, Türkiye’de tüm dünya ile koşut ilerleyen değişimleri birebir gözlemleme şansına nail oldu. Bakkallar kapandı, süper marketler açıldı. Çağrı merkezleri geldi. Kullanma kılavuzları “bir zahmet” Türkçeleşti. Tüketici hakları, biraz da olsa, kağıdın dışına taştı. Tezgahtarlar, bir gecede “satış danışmanları”na dönüştüler. CRM, PR, HR kısaltmaları dilimize pelesenk oldu. Tabiri caizse yürüdü gitti… Peki, o geleneklerine sıkı sıkıya bağlı “tükan”lara ne oldu? Ne değişti bir anda? Sanırım bizler, yani sıradan tüketiciler, bir şeylerin ayrımına vardık. Elimizdeki paranın ne kadar değerli olduğunu kavradık. Daha iyisi varken, “idare eder”ine kanaat getirmenin gereksizliğini gördük. Kısacası bizler değiştik. Değişemeyen küçük bakkalları, ne yazık ki, büyük marketler yuttu.

Dünya değişiyor demek artık sıradanlaştı. Fakat, dünya gerçekten değişiyor. Özellikle Türkiye’de alışılmışın dışında bir tüketici yapısı oluşuyor. İnsanlar, beklentileri karşılanmadığında tepki gösterebiliyor. Parasının karşılığını alamadığında sesini yükseltebiliyor. Eleştiriyor, eleştirisini çevresine de yayıyor Türk tüketici. İşte, ağzımızı şekilden şekile sokarak söylediğimiz “word of mouth” etkisi ortaya çıkıyor böylelikle. Peki, bu etkiye firmalar tepki veriyorlar mı? İşte bunun yanıtı biraz sorunlu…

Kısa süre önce, bir arkadaşım talihsiz bir olay yaşadı. Tatil için İzmir’e giderken, içinde bulunduğu otobüs kaza geçirdi. Arkadaşım “hafif” yaralandı ancak otobüs firmasına tepkisi pek “hafif” olmadı. Çünkü otobüs firması, geleneksel bir şekilde, kaza için bir açıklama yayınladı ve kazayı şoförün “kalp spazm”ına bağladı. Halbuki, arkadaşımın anlattığına göre kazanın nedeni kalp spazmı değildi: Kurallar gereği dört saatte bir şoför değiştirilmesi gerektiğinden anlaşılan firma haberdar edilmemişti(!) Şoför uykusuzdu ve kaza geliyorum demedi. Otobüs firmasının “spazm teorisi”nin altında yatan sebep son derece zekiceydi: Spazm biyolojik bir hasar yaratmadığı için tespit edilemiyordu. Firmanın bu davranışına tepkisini arkadaşım, sosyal medya üzerinden gösterdi. Facebook sayfasında önce bu açıklamayı paylaştı, daha sonra açıklamadaki “eksik kısımları” tamamladı. Yorumlar, paylaşımlar derken arkadaşım sesini önemli miktarda kişiye duyurabildi. Benim beklentim, bu noktada, firmadan bazı yetkililerin arkadaşımla iletişime geçip ondan özür dileyeceğiydi. Ancak bu beklentim boş çıktı. Sanırım kurallardan bihaber firmanın, “sosyal medya monitoring”den de haberi yoktu.

Bir yanda hizmetlerini, tüketicisinin ayağına kadar götüren ve bundan beş kuruş talep etmeyen süper marketler, öte yanda müşteri seçme gafletine düşen bakallar… Nasıl oluyor da, bu bakallar hala ayakta kalabiliyor? Doğrusu, bu duruma açıklık getirebilecek mantıklı bir yanıt bulamıyorum. Sanırım onlar, bakallar, hala ekmeğin karne ile alındığı yıllarda yaşıyorlar. Sorun şu ki, artık, insanlar ekmeklerini akıllı telefonlarından sipariş ediyorlar…

NOT: Bu yazıda yer alan “bakkal”lar, sizin de tahmin ettiğiniz gibi zihniyeti “zamanın çok gerisinde kalanlar”dır; gerçek anlamda bakallarla bir ilgisi yoktur. Yoksa bakkal Hasan Amca benim, tıpkı sizin de olduğu gibi, kara gün dostumdur.
İzlemeyenler için “Kahraman Bakkal Süper Markete Karşı” oyununu tavsiye ederim. O yılları, benden çok daha güzel anlatıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder